Hukukumuzda temel dayanağını Anayasa’nın 48. maddesinden alan sözleşme serbestisi ilkesi; 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca da koruma altına alınmış ve İş Hukuku alanında da uygulanan genel
bir ilkedir. Söz konusu ilkenin bir gereği de sözleşme tarafını seçebilme serbestisidir. Ancak iş hukukunda
sözleşme serbestisi ilkesine sosyal düşünceler ve işçiyi koruma düşüncesinin sonucu olarak birtakım
sınırlamalar getirilmiştir. Bu sınırlamalardan birisi de belli niteliklere sahip işverenlerin engelli, eski hükümlü
ve terör mağduru istihdam etme yükümlülüğü yüklenmesidir.
İşverenler, elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör işyerlerinde yüzde üç engelli, kamu işyerlerinde
ise yüzde dört engelli ve yüzde iki eski hükümlü isçiyi veya terör mağdurunu çalıştırmakla yükümlüdürler.
İlgili yükümlülük temel olarak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30. maddesinde öngörülmektedir. Bunun yanı sıra,
854 sayılı Kanun’da da bir düzenleme yer almaktadır. Ayrıca Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında
Yönetmelik, Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Eski Hükümlü veya Terörle Mücadelede Malul Sayılmayacak
Şekilde Yaralananların İşçi Olarak Alınmasında Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile Erişkinler
İçin Engellilik Değerlendirilmesi Hakkında Yönetmelik’te de konuya dair incelenmesi gereken hükümler
bulunmaktadır. Dolayısıyla işverenlerin engelli, eski hükümlü ve terör mağduru istihdam etme yükümlülüğü
kapsamında ele alınması gereken düzenlemelerin mevzuatta dağınık bir şekilde yer aldığı söylenebilir.
Bu çalışmanın amacı ilgili yükümlülüğün kapsamının, uygulanmasının ve sonuçlarının ortaya konulmasıdır.
Söz konusu amaç doğrultusunda çalışma kapsamında, doktrindeki görüşler ve Yargıtay kararlarından da
yararlanılarak bahsi geçen birincil ve ikincil mevzuat incelenmiş ve engelli, eski hükümlü, terör mağduru,
özel sektör, kamu sektörü kavramları, bu yükümlülük kapsamında çalışacak işçilerin yerine getirmesi
gereken koşullar, çalıştırılacak işçi sayısının tespitinde ve işçilerin belirlenmesinde başvurulan kurallar, bu
yükümlülüğün uygulanmasına ilişkin temel esaslar ile ilgili yükümlülüğün denetimi, ihlali ve bu ihlale bağlı
sonuçlar açıklığa kavuşturulmuştur.
Topic:
Terrorism, Employment, Disability, and Labor Rights
The study explores the emergence of Turkic identity because of identity politics committed in the
aftermath of the nation-state building in Iran after 1925. It is believed that the primordial nationalism
on the base of the Aryan race impacted the country’s diverse population and ethnic categories and
the imposition of highly restrictive measures and social policies in cementing Iranian nationalism built
upon the Persian culture and myth, paved the way for the politicization of identity. To obtain a thorough
analysis, a set of theories are applied. Pierre Bourdieu’s class formation and symbolic concept of power
and language in a semi-patrimonial society and the social identity theory and having an eclectic grasp
of the literature on assimilation and violence have contributed to the theoretical base of the study. Firsthand materials, journals, and archives are used to enrich the research content. The establishment of the
modern state in the 20th century and the biased ethnic-lingual policies precipitated centrifugal forces
among ethnic realities, so the alchemy of stereotyping and discrimination, and social comparison giving
birth to group identification contributed to the politicization of ethnic identity among Azerbaijani Turks
and their ethnic awareness.
Topic:
Ethnicity, Identity, Racism, Turkic People, and Nation Building
Bu çalışmada, işletmelerde Kurumsal Kaynak Planlama (ERP) uygulamalarının dijital dönüşüm sürecine
katkıları incelenmektedir. Bu bağlamda, işletmelerin kullandıkları ERP uygulamalarının dijital dönüşüm
süreçlerinde yarar sağlayıp sağlamadıkları, eğer sağlıyorlarsa bu yararların neler oldukları belirlenmek
istenmektedir. Böylelikle ERP uygulamaları ile dijital dönüşüm sürecine dahil olmak isteyen işletmelere
bir yol gösterilmesi hedeflenmektedir. Çalışmada öncelikle dijital dönüşüm ve kurumsal kaynak planlama
konuları ele alınmaktadır. Daha sonra, ERP uygulamalarının da yararlarından olduğu varsayılan ve dokuz
maddeden oluşan dijital dönüşümün yararları açıklanmış ve bu maddelerle nitel araştırma yöntemi
kullanılarak yarı yapılandırılmış bir görüşme formu oluşturulmuştur. Erzurum ilinde ERP uygulamaları
kullanan işletmeler örneklem grubu olarak seçilmiş ve görüşme yöntemiyle veriler elde edilmiştir.
Ardından bu veriler betimsel analiz yöntemiyle analiz edilmiş ve işletmelerin ERP uygulamalarından birçok
kazanım elde ettiği sonucuna varılmıştır. Çalışmadan elde edilen bir diğer önemli sonuç ise; işletmelerin
dijital dönüşüm konusunda bilgi eksikliği olduğu ve ERP uygulamalarından elde edemediği yararların
kullanılan ERP uygulamasını geliştiren yazılım firmasından kaynaklandığıdır
Topic:
Digital Economy, Business, and Economic Transformation
Collective investment schemes have been utilizing distinct investment strategies to exploit opportunities
offered by the financial markets. Among the alternative collective investment schemes, hedge funds and
mutual funds have been attracting great interest. The objective of this study is to compare the risk-adjusted
performance of hedge fund strategies with mutual funds strategies. The hedge fund indexes and mutual
funds indexes, which are calculated by different database providers are utilized for this purpose. In this study,
the indexes from three database providers (Eurekahedge, Credit Suisse, Center for International Securities
and Derivatives Markets (CISDM)) are analyzed for the 2008-2021 period using distinct performance
measurement metrics as Alpha based on the Capital Asset Pricing Model (CAPM), the Sharpe ratio and
Sortino ratio; moreover, the MSCI World index has been taken as a benchmark. The findings demonstrated
that the majority of hedge fund indices performed better than the benchmark MSCI World and provide
better risk-adjusted performance than mutual funds.
Topic:
Economy, Mutual Funds, Investment, and Hedge Funds
Özgeci davranışlar, prososyal bir davranış olarak çıkar gözetmeden diğerlerinin yararına gösterilmektedir.
Özgeci davranışların sosyal yaşama olduğu kadar örgütsel yaşama da katkıları bulunmaktadır. Özgeciliği
örgütsel ortamlarda hangi unsurların etkilediğinin belirlenmesi örgütsel etkinlik için önemlidir. Bu
etkinliğin sağlanmasındaki bir diğer husus da örgüt içerisindeki istismarcı yönetim algılarıdır. Çalışanlar aktif
yaşamlarının büyük bir kısmının geçtiği işyerinde yöneticinin kaba ve istenmeyen söz ve davranışlarıyla
karşılaşabilmektedir. Bu çalışanların stresini artırmakta, olumsuz iş tutum ve davranışlarına yol açabilmektedir.
İstismarcı yönetimin adaletsizlik, aykırı iş davranışı, iş tatminsizliği, iş-aile çatışması ile pozitif ilişkisi söz
konusuyken, iş performansı, örgütsel bağlılık ve örgütsel destek algılarıyla negatif ilişkisi mevcuttur.
Psikolojik sözleşme veya psikolojik sözleşme ihlali yönetim ile çalışanlar arasındaki ilişkilerin dengesini
değiştirebilmektedir. Bu araştırmada; istismarcı yönetim algısı ile özgeci davranış arasındaki ilişki ve bu
ilişkide psikolojik sözleşme ihlali algısının düzenleyici rolü incelenmiştir. Araştırma verileri imalat sektöründe
faaliyet gösteren beş farklı firmada çalışan 294 kişiden kolayda örnekleme yöntemiyle toplanmıştır. Hipotez
testi için korelasyon ve regresyon analizi yapılmıştır. Sonuçlara göre istismarcı yönetimin özgeciliği negatif
ve anlamlı bir şekilde etkilediği görülmektedir. İstismarcı yönetim algısı çalışan özgeciliği üzerindeki negatif
değişimin %24’ünü açıklamaktadır. Ayrıca psikolojik sözleşme ihlali algısı istismarcı yönetim ile özgecilik
arasındaki negatif ilişkiyi artırmaktadır. Bulgular istismarcı yönetim algısının azalan özgeci davranışlar
ile ilişkili olduğu yönündedir ve çalışanların psikolojik sözleşme ihlal algılarının yüksek olması istismarcı
yönetimin özgecilik üzerindeki negatif etkisini artırmaktadır.
Topic:
Labor Issues, Employment, Management, and Supervision
Bu çalışmanın amacında öncelikle, fotoğraf sanatının evrimini anlamaya yönelik bir temel oluşturma
hedeflenmektedir. Ayrıca, fotoğrafın gücünü ve etkisini açıklamaya çalışmaktadır. Ardından, sokak
fotoğrafçılığı ve belgesel fotoğraf arasındaki farklar saptanarak tanıklık işlevinin nasıl kullanıldığının daha
iyi kavramasına yardımcı olmayı hedeflemektedir. Sokak fotoğrafçılığına daha yakından ve ayrıntılı bakarak,
okuyucuların bu konu hakkında daha geniş bir geniş bir perspektif kazanmaları amaçlanmaktadır. Yöntem
olarak; araştırmaya sokak fotoğrafçılığı konusunu anlamak ve analiz etmek amacıyla kapsamlı bir literatür
taramasıyla başlanmıştır. Araştırmanın temel argümanlarını desteklemek amacıyla örneklem oluşturulmuş
ve fotoğrafçıların eserleri, deneyimleri ve yaklaşımlarına yer verilmiştir. Yarı yapılandırılmış mülâkat
aracılığıyla sokak fotoğrafçısının içgörülerine ulaşılmaya çalışılmıştır. Tüm verilerin değerlendirilmesi
üzerinden yürütülen bu çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden betimleyici analiz yöntemi kullanılmıştır.
Bulgular: Sokak fotoğrafçılığının günümüzde sanat ve görsel iletişim kültürü içindeki önemi artmış olsa da
bu alanın belgesel fotoğrafçılıkla sürekli olarak karıştırılması, internet üzerinde yanıltıcı ve sığ yaklaşımlarla
sıklıkla çevrelenmesi, her iki disiplinin özgün niteliklerinin göz ardı edilmesine ve sokak fotoğrafı kavramının
özünün ve niteliğinin gölgelenmesine sebep olmaktadır. Fotoğrafçıların yaşamı ve çalışmalarının elealınmasıyla farklı perspektifler ortaya koyulmuştur. Sokak fotoğrafçılığı etrafında etkileşim ve öğrenme
fırsatlarını artırmak amacıyla festivaller, bienaller, trienaller, atölyeler, konferanslar, paneller ve seminerler
düzenlenerek bu alandaki bilgi paylaşımı artırılabilir. Böylece sokak fotoğrafçılığı Türkiye’de daha geniş
kitlelere tanıtılabilir, geliştirilebilir ve bu alandaki yetenekler keşfedilebilir. Sonuç olarak, bu araştırma sokak
fotoğrafçılığının temel konseptlerini ve önemini ele alarak, bu özel fotoğraf türünün Türkiye’deki sınırlı bilgi
kaynağına ve sağlıklı tetkiklerin bulunmadığına değinmiş ve gelecekteki potansiyelini vurgulayarak daha
fazla araştırmanın gerekliliğini göstermiştir. Bu durum aynı zamanda bu alana yeni başlayan fotoğrafçılar
için de bilgi eksikliğini ortadan kaldıracaktır.
The inconsistent findings on the association between non-profit coopetition and performance are
complicated and contingent on essential factors. However, our current understanding of the circumstances
under which non-profit coopetition matters to performance is limited. We take a novel context to address
this question and build on the combined literature from the emerging non-profit coopetition literature.
This study conceptualises and tests the impact of coopetition (simultaneous cooperation and competition)
on the organisational performance of non-profit organisations in a war-torn region. Notably, it investigates
the simultaneous cooperation and competition in non-profits’ social and financial performance via
outside knowledge and innovative climate. An in-person survey with 158 executives and board members
was conducted in Baghdad Governorate, Iraq. The survey adopted reliable and valid scales to measure
the variables. Structural equation modelling was applied to test the mediation model. The proposed
sequential mediating model has a good model fit with all four hypotheses statistically significant. Nonprofit engagement in coopetition positively affects organisation performance via mediators: use of outside
knowledge and innovative climate. Cooperation with competitors helps non-profits to effectively use the
outside knowledge that forms an innovative climate at the organisational level. Additionally, the use of
outside knowledge has a direct effect on performance. Non-profits should integrate outside and internal
knowledge to generate sustainable financial and social performance opportunities, especially in turbulent
or war-torn regions. Moreover, context is imperative for non-profit leaders to identify themselves and seek
inter-organisational relationships. The study also provides theoretical and practical implications that help
non-profit leaders innovate and increase organisational performance.
Topic:
Conflict, Innovation, Non-profits, Cooperation, and Competition
The 1979 Iranian Revolution is a multifaceted phenomenon with intricate causes, complex evolution and
far-reaching outcomes. Rooted in the Constitutional Revolution of the early 20th century and the rise to
power of the Ayatollahs, its beginnings are distinct but interconnected. Unlike many revolutions of the
20th century, the 1979 Iranian Revolution was a departure from the socialist or communist model and
manifested itself as a revolt against both Western and Eastern systems, with unique outcomes.
The 1979 Revolution shook a traditional and established order and paved the way for the rise of Islamism
within a new political framework. This ideology, like its predecessors, adopted a singular leadership based
on religious doctrine. To differentiate itself from global and regional powers and focus on its unique
revolution, the Iranian regime shaped a foreign policy summarized by the slogan “neither East nor West,
the Islamic Republic” and aimed to export this ideology globally.
The policy focused primarily on political and ideological interests, resulting in permanent sanctions
imposed by the United States. This economic aspect contributes to the changes in Iran’s foreign policy
towards the United States, from pre-revolutionary Persian nationalism to post-Revolutionary political
Islam, emphasizing its strength and adaptability in the face of external pressures.
Topic:
Foreign Policy, History, Shiism, and Iranian Revolution
Transnational families are among the by-products of global capitalism, the feminization of migration
and the globalization of care work. Transnational families owe their existence to the rise of
communication and transportation technologies, economic transformations, and cultural features in
their countries of origin and destination. A transnational family is different from an ordinary immigrant
family. The defining factor is not the act of cross-border movement of the family, but the dispersion of
the family, nuclear or extended, across international borders, where different family members spend
time in one or another country depending on various factors. The emergence of transnational family
experience relates to economic, political, social, and cultural factors, and has far-reaching causes and
consequences. This study offers a new conceptual approach to the discussion of transnational families
departing from Judith Stacey’s (1996) “postmodern family condition”. As a family arrangement made
possible in the postmodern family condition, transnational families better describe situations in which
families are not visible yet not absent, not necessarily broken but separated. Transnational families
require a whole new understanding and definition of familial relationships, which should focus on
the fluid nature of those in the absence of a concrete family setting. The role of immigrant women in
such a family structure stands as a challenge to the stereotypical “modern family” as defined by Stacey;
hence, enabling the conceptualization of transnational families as part of the postmodern condition.
The impact transnational family experience has on various actors involved is examined by asking
some fundamental questions such as: How are the decisions concerning who migrate under what
conditions taken? How does the transnational family experience affect gender relations? What are the global and local conditions that make this experience possible? This study employs a three-layered
approach to analyze the issue. First, the structural backdrop to transnational families is analysed;
namely, the expansion of global capitalism that feeds female labour migration and the demand for
the service sector, especially domestic care services. Second, the changes in the concept of family due
to societal structural transformations and the emergence of new family forms are discussed. Third,
the consequences of the first two aspects of the experience of transnational family life and its impact
on parties involved at various levels are analysed: providers of care work and their families (parents,
children, and extended family members), receivers of care work (employers and their families), and
mediators of global care work (agencies and states).
Topic:
Migration, Women, Capitalism, Family, transnationalism, Motherhood, and Care work
Bu çalışmanın amacı, spor sektöründe çalışan beyaz yakalıların örgütsel sinizm, örgütsel adalet ve örgütsel
muhalefet düzeylerinin örgütsel bağlılığa etkilerinin incelenmesidir. Alan yazın taraması ile başlayan
araştırmada elde edilen analiz sonuçları ve bulgulara yer verilmiştir. Spor sektöründe çalışan beyaz yakalıların
örgütsel bağlılık düzeylerinin örgütsel sinizm, örgütsel adalet ve örgütsel muhalefet değişkenlerine göre farklılık
gösterip göstermediği ve aralarındaki ilişkiler ile örgütsel sinizm ve örgütsel bağlılık arasındaki ilişkinin örgütsel
adalet algısı ile modere edilip edilmediği analiz edilip yorumlanmıştır. Analiz neticesinde tüm değişkenlerin
normal dağılıma uyduğu gözlemlenmiş olup varsayımlar sağlandıktan sonra ise hiyerarşik regresyon analizi
uygulanmıştır. Örgütsel sinizm ve örgütsel adaletin örgütsel bağlılık üzerinde yordayıcı etkisinin analizi ile elde
edilen sonuçlar çerçevesinde, örgütsel sinizm düzeyleri ile örgütsel bağlılık düzeyleri arasında negatif doğrusal
anlamlı ilişki tespit edilmiştir. Katılımcıların örgütsel adalet düzeyleri ile örgütsel bağlılık düzeyleri arasında
pozitif doğrusal anlamlı ilişki bulunduğu, örgütsel muhalefet ile örgütsel bağlılık düzeyleri arasında anlamlı
bir ilişki olmadığı da ortaya çıkmıştır. Örgütsel sinizm ve örgütsel adalet düzeyleri arasında da anlamlı bir ilişki
tespit edilmiş olup örgütsel sinizm ve örgütsel adaletin birlikte örgütsel bağlılığı anlamlı şekilde yordandığı
da görülmüştür. Örgütsel sinizm ile örgütsel bağlılık arasındaki ilişki üzerinde örgütsel adaletin moderatör
etkisi analizi ile elde edilen inceleme sonuçlarında ise örgütsel sinizm ve örgütsel adalet modele anlamlı katkı
sağlarken ortak etkileşim etkisinin anlamlı bir katkı sağlamadığı ortaya çıkmıştır
Previous research shows that leaders’ prior experiences influence their policy decisions. The existing
human rights literature focuses mainly on country-level factors, such as economic development, regime
type and the conflict situations to explain violations of rights. This research contributes to a flourishing
literature on leaders’ role in upholding rights by theorizing why and how the prior experiences of leaders
affect the propensity to violate physical integrity rights. It is argued in this article that leaders with a
rebel experience, and who have experienced victory in rebellion are less likely to respect human rights,
while those who have suffered defeat are more likely to do so. Both types of leaders have demonstrated a
willingness to take risks, but in the former case, victory reinforces their belief in taking risks, leading them
to keep risk-taking, whereas in the latter, defeat teaches leaders to become more risk averse. Infringing
on human rights is indeed risky, potentially leading to negative consequences such as a damaged
reputation, accountability, and social upheaval. The empirical analysis of the research demonstrates that
having a rebel background alone does not inherently influence a leader’s behavior regarding human
rights; what matters is the outcome of the rebellion. The probability of showing respect for rights
decreases when a rebellion is won, while it increases when there has been a previous loss in rebellion. The
article highlights the importance of using leaders, rather than just states, as a unit of analysis to explain
why certain countries commit human rights violations.